15 Ağustos Abhazya'da Gönüllüler Günü.

Oktay Chkotua

15 Ağustos Abhazya'da Gönüllüler Günü.

 

15 Ağustos Abhazya'da gönüllüler günü. Abhazya yangın yerine döndüğünde hiç sağına soluna bakınmadan yollara düşüp, gözlerini de kırpmadan düşman kurşunlarına göğslerini siper edenlerin günü... Çeçenistan'dan, Kabardey'den, Abazaşta'dan, Adigey'den, Osetya'dan, Rusya, Türkiye, Suriye, Ürdün ve daha birçok yerden akın akın cepheye koşan kahramanların günü...

Onlar hakkında çok şey yazıldı ve söylendi, elbette daha çokca da şey var söylenmesi gereken...

Ancak onların ardında en az kendileri kadar övgüyü hak eden gizli kahramanlar yok mu?... Kim bilir, elde edilen bu muhteşem zaferin gerçek sahipleri belki de onlar...

Böyle bir günde bu kahramanlardan sadece iki kişiyi, bir anneyi ve bir babayı sizlere anlatmak isterim...

Biliyorum bu yazıyı daha önce de yayınlamıştım, ama olsun... Hatta yetmez! Bundan sonra da her fırsatta yayınlamayı düşünüyorum. Zira yeni kuşakların onları tanımaları, anne ve babaların ise kendilerini örnek almaları gerekir.

Bu vesileyle, hem cepheye koşan yiğitlerimizi, hem de onların arkalarındaki gizli kahramanlarımızı bir kez daha sevgi, saygı ve minnetle anıyorum...

BİR ANNE VE BİR BABA...

Yıl 1992... Ağustos ayının sıcağına, içimizi yakan “Abhazya’da savaşın başladığı” haberi de ekleniyor. Bazılarımız bu durumu öngörmüş olsa bile yine de büyük bir travma yaşıyoruz. Bir yıldır Abhazya Devlet Üniversitesinin bursuyla eğitim görmekte olduğumuz Abhazya’dan yaz tatili için ailelerimizin yanına dönmüştük. Dönüşte yanımızda bir de gelin getirmiş, bir aylık bir tatsamhara’nın ardından evliliğe merhaba demiştim.Düğün günü, Abhazya’daki tarihi kararın ardından kurmay heyetiyle birlikte Türkiye’ye ayak basan Vladislav Ardzınba’nın mesajı, Sakarya Kafkas Kültür Derneği’nin efsanevi başkanlarından Mecdi Cengiz tarafından insanlarımıza iletilince ne büyük bir coşku yaşanmış, bu gün acıyla kıvranan genç yürekler o gece milli oyunlarımızı saatlerce ne büyük bir heyecan ve coşkuyla oynamışlardı.

Şimdi aynı yürekler cendereyle sıkılmış gibi neredeyse nefes alamaz haldeydiler. Herkes ayrı ayrı ne yapılması gerektiğini dile getirirken, anavatanda eğitim görmekte olan gençlerin tamamının içinden geçen, ilk fırsatta Abhazya’ya gidilmesi gerektiği idi. Ama ne şekilde ve hangi yolla? Sakarya derneğinde o hengame içerisinde oradan oraya koştururken yanıma “ufak tefek” bir kadın yanaştı ve “Oktay, ne zaman gideceksiniz?” diye sordu. Ben de hiç uzatmadan “ilk fırsatta” diye cevapladım. Kadın; “Gürbüz’ün valizini hazırladım, haberin olsun!” dediğinde ise şaşkına dönmüştüm, inanamadığımdan olsa gerek, yüzüne dikkatle baktım, ama hiç mi hiç şakası yoktu. Zaten şaka yapacak ve kaldıracak durumda da değildik.Bu “ufak tefek” dediğim, ancak boyundan büyük, kocaman bir yüreğinin de olduğuna o gün bizzat şahit olduğum kadın, bizim Atarba Gürbüz’ün annesi Xetsiyapha Suna idi. “Abla, sen ne diyorsun? Gürbüz daha askerlik yapmamış, eline silah bile almamış, hangi savaşa, nereye gidecek?” cümleleri ağzımdan döküldüğünde aldığım cevapla nasıl sarsıldığımı, ancak bir o kadar da nasıl gururlandığımı anlatamam. “Havalar iyiyken orada devletin bursuyla okumak güzeldi!... Şimdi de gidecek!... Ben oğlum mutlaka savaşacak demiyorum, ama iyi günde nasıl orada bulunduysa, kötü günde de halkının arasında olacak!... Ordakilere ne olursa ona da o olur, ölürlerse ölür, kalırlarsa kalır!... Aksi takdirde bir daha rüyasında bile Abhazya’ya gitmesine izin vermem, zaten ben izin versem de utanmadan nasıl gidebilir ki?!..”

Suna anne’nin aynı zamanda ne büyük bir öngörüsü de varmış meğerse. Şimdi bir düşünün bakalım; savaş başladığında Abhazya’ya yola çıkan 33 kişilik o ilk gönüllü grubu olmasaydı bu gün Abhazya-Diyaspora ilişkileri diye bir şeyden bahsedebilir miydik? Zafer günlerinde ellerimizde bayraklar gururla Sohum caddelerinde yürüyebilir miydik? Ya da anavatandan birisini gördüğümüzde başımızı kaldırıp yüzüne bakabilir miydik?

Hiç sanmam.

Yıllar sonra Bekir Aşuba kardeşimin “Üşüyorum” kitabını Abhazcaya çevirirken okuduğum şu mısralar beni bir kez daha o günlere götürmüş, bu duygularımı abazaca çevirinin önsözüne de aktarmıştım. “Babamın durumunu ben de baba olduğumda daha iyi anladım. Bazen kendimi oğlum ağlarken yüzümü buruşturmuş bir şekilde buluyorum. Oğlumun acı çekmesine yüreğim dayanmıyor. Sonunda ölüm ihtimali olan bir tehlikeye girmesine razı olur muyum hiç?...”

Evet, anne ve babalarımızın o gün verdikleri karar gerçekten zor, ama bir o kadar da kutsaldı. Büyüklerimiz, bu hareketleriyle hem ne denli vatansever olduklarını, hem de bizlere ne kadar güvendiklerini açıkça ortaya koymuşlardı.

Aynı günlerde Barçın Ahmet’in, Yaşba Şamil Zeren’in ve Gogua Soner’in babalarından da Xetsiyapha Suna’nın söylediklerine benzer sözleri duymuştum, ama bir baba daha vardı ki bence o da hiçbir babanın yapamayacağını yaptı.

Mustafa Vurdum... Abhazya Devlet Üniversitesindeki uslanmaz aşık kardeşimiz sevgili Kabardey Ufuk’un babası. Bizler; tek erkek evlat olduğu için Ufuk’u engellemeye çalışmış, hatta gönüllü listesinden adını bile silmiştik, ama Ufuk direniyor ve mutlaka gelmek istiyordu. Mustafa bey ise “Şu ortamda sizin oraya gitmenizin herhangi bir yararı olmaz, yol bilmez, iz bilmez, çoğunuz dil de bilmezsiniz, orada ne yararınız dokunacak? Üstelik hangi yolla ve nasıl gideceğiniz bile belli değil, ucu görünmeyen karanlık bir tünele giriyorsunuz. Bence burada daha yararlı olursunuz, en azından bir süre bekleyin!” diye diretmesine rağmen sonuçta oğlunun kararına saygı duyuyor ve grup yola çıkarken terminale kadar uğurlamaya gelen tek baba oluyordu.

Düşünüyorum da; topraklarından bir asır ayrı kalmış ve onu dünya gözüyle bir kez bile görememiş durumda olan hangi toplumun fertleri böylesi bir fedakarlıkta bulunabilir?

Aradan bunca yıl geçtikten sora bu konuyu gündeme getirmemin tek nedeni; o trajik günlerde eli öpülesi anne ve babalarımızın yaptıkları eşsiz fedakarlığa ve o günlerde sahip olduğumuz kardeşlik duygusuna vurgu yapmak için elbette. Zaman su gibi akıp gidiyor, ama yapılanlar, iyisiyle ve kötüsüyle tarihin sayfalarında yer ediniyor ve hiç bir şekilde unutulmuyor.

Her zafer kutlamalarında ya da anma günlerinde, içleri kan ağlayarak ve yürekleri titreyerek de olsa, ulusun ve ülkenin kaderi ile yeni kuşakların aydınlık geleceği için evlatlarını cephelere uğurlayan anne ve babaları Xetsiyapha Suna ve Mustafa Vurdum’un şahsında mutlaka hatırlıyor ve onlarla gurur duyuyorum.

 Onlar, bizim için olduğu kadar gelecek kuşaklarımız içinde baş tacı edilmesi gereken kişiler olarak hiç bir zaman unutulmayacaklar ve her zaman anılarımızda yaşamaya devam edecekler...

 

https://i.hizliresim.com/odVEq2.jpghttps://i.hizliresim.com/lQZEPk.jpg



 

 

Video Galeri

Fotoğraf Galerisi

Biyografiler

img25

Ömer Büyüka -Beygua-

img25

Papapha Mahinur Tuna

img25

Oktay Chkotua

img25

Fazıl İskender